Damla
New member
Birlikte Düşünelim: İçki İçene Selâm Verilir mi?
Selam dostlar,
Bugün biraz hassas, biraz da kültürel katmanları bol bir konuyu masaya getirmek istedim. “İçki içene selâm verilir mi?” sorusu, kulağa sadece bir davranış kuralı gibi gelebilir ama aslında içinde ahlak, din, kültür, toplumsal ilişki ve bireysel özgürlük gibi birçok katmanı barındırıyor. Bu yüzden gelin, bu meseleyi ne yalnızca “haram mı, helal mi?” sınırında, ne de “kişisel tercih” düzleminde sıkıştıralım. Biraz geniş açıdan bakalım — hem dünyadan, hem bizden, hem de iç dünyamızdan.
I. Soru Basit Görünür, Cevap Derindir
“İçki içene selâm verilir mi?” diye sorulduğunda, çoğu insan cevabı dinî bir zeminde arar. Ancak bu soru, insan ilişkilerinin ahlaki mimarisine de dokunur.
Bir yanda “içki içen günah işliyor, onaylamak doğru olmaz” diyen bir tavır, diğer yanda “herkesin tercihi kendine, insan insandır” diyen bir yaklaşım.
İkisi de samimi niyetlerden doğar; biri sorumluluk duygusundan, diğeri merhametten.
Ama mesele sadece içkinin kendisi değil — “farklı olana selâm verebilmek” meselesidir aslında.
II. Küresel Perspektif: Batı’da Kadehler, Doğu’da Kurallar
Batı toplumlarında içki, çoğu zaman “sosyal bağ kurma aracı” olarak görülür.
Almanya’da bir bira paylaşmak, Japonya’da sake ikram etmek, İtalya’da şarapla dostluğu pekiştirmek, kültürel bir ritüeldir. Orada birine selâm vermemek, onun içki içtiği için değil, sosyal bağı reddetmek anlamına gelir.
Bu kültürlerde selâm — ya da ilişki — kişinin içtiği şeye değil, gösterdiği insani değere göre şekillenir.
Buna karşılık, Doğu toplumlarında (özellikle dinî referansların güçlü olduğu bölgelerde) içki yalnızca bir içecek değil, bir “ahlak sembolü”dür.
Birinin elinde şişe varsa, o sadece içki değil, bir duruş, bir tercih, bazen de bir “karşı taraf” olarak algılanır.
Bu yüzden selâm vermemek, bir tür “mesafe koyma” eylemidir — yanlış olanı onaylamamak.
İşte burada fark doğar:
- Batı’da selâm, insanî bir jesttir.
- Doğu’da selâm, ahlaki bir onaydır.
III. Yerel Gerçeklik: Türkiye’nin İki Ucu
Bizim toplumumuz ise iki dünyayı da içinde taşır.
Bir yanda Anadolu’nun muhafazakâr damarında, “günah işleyene selâm verilmez” anlayışı; diğer yanda büyük şehirlerdeki daha seküler bakışta, “kişisel tercihler yargılanmaz” düşüncesi.
Aynı apartmanda, aynı ailede, hatta bazen aynı sofrada bile bu iki tutum yan yana yaşar.
Bir örnek vereyim:
Bir köyde, cuma çıkışı cami avlusunda oturup çay içen bir grup yaşlıdan biri, yan masada bira içen gence bakıp “Ben yine de selâm veririm, Allah hidayet versin,” der.
Yanındaki diğeri ise “Selâm, barış demektir. Günaha barış olmaz,” diye itiraz eder.
İkisi de iyi niyetlidir ama farklı kültürel ve dinî yorumlardan konuşur.
Bu ülke tam da bu iki sesin birlikte yaşadığı yerdir.
IV. Erkeklerin ve Kadınların Bakışları
Bu tür konularda gözlemlediğim ilginç bir fark var — erkekler genelde olaya “pratik” bir yerden yaklaşıyor, kadınlar ise “ilişkisel” bir yerden.
Bir erkek forumdaş şöyle der mesela:
“Ben içki içene karışmam, ama ortamda huzur bozulacaksa mesafe koyarım. Sorunu çözmek gerek.”
Stratejik, çözüm odaklı, toplumsal düzeni önceleyen bir tavır.
Bir kadın forumdaş ise şunu der:
“Ben içki içeni de içmeyeni de severim. İnsan ilişkisi, hatayı değil kalbi görmeli.”
Empatik, bağ kuran, yargıdan çok anlamaya yönelen bir yaklaşım.
İşte bu iki bakış birleştiğinde toplum dengede durur. Çünkü hem düzeni hem de merhameti aynı anda korumamız gerekir.
V. Dinin Sözü ve İnsanlığın Sesi
İslam’da içki açıkça haram kılınmıştır. Ama “selâm” meselesine gelince, Kur’an’da ya da hadislerde “içki içene selâm verilmez” diye açık bir yasak yoktur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), günah işleyenleri toplumdan tamamen dışlamamış, onlarla konuşmuş, nasihat etmiş, ıslah yolunu açık tutmuştur.
Bu yönüyle bakarsak, selâm vermek “onaylamak” değil, “iyiliğe çağırmanın kapısını açık tutmak” demektir.
Çünkü selâmın kökü “selamettir” — yani barış, huzur, esenlik.
Birine selâm vermemek, o kapıyı kapatmak olur.
Ama şu da doğru:
Selâm, bir dostluk göstergesidir; eğer biri alkolüyle seni rahatsız ediyor, saygı sınırını aşıyorsa, selâmı kesmek bir özsavunma da olabilir.
Yani mesele niyet ve bağlamla ilgilidir.
VI. Kültürlerarası Kesişim: Selâmın Evrensel Dili
İster Tokyo’da “Konnichiwa”, ister Paris’te “Bonjour”, ister İstanbul’da “Selâmün Aleyküm” deyin — hepsi aslında aynı dile tercüme olur:
“Ben seni insan olarak görüyorum.”
Farklı kültürler bunu farklı şekillerde yaşar.
Afrika kabilelerinde, selâm verirken kişinin gözlerine bakmak bir tür ruh alışverişidir.
Hindistan’da “Namaste” derken ellerin birleşmesi, “Sende olan ilahi gücü selamlıyorum” anlamına gelir.
Yani selâm, sadece ağızdan çıkan kelime değil; insanın diğerine yönelme biçimidir.
O yüzden, içki içen birine selâm verip vermemek, aslında “onu hangi gözle gördüğün” sorusudur.
Bir günahkâr mı?
Bir insan mı?
Yoksa ikisi de mi?
VII. Toplumsal Yansımalar ve Yeni Nesil
Bugünün gençliği bu tartışmayı farklı yaşıyor.
Sosyal medya çağında kimsenin tamamen bir kalıba sığmadığı, inanç ve tercihlerin yan yana aktığı bir kültür doğdu.
Bir genç, cuma namazına gidip akşam bir mekânda arkadaşlarıyla kadeh kaldırabiliyor.
Bir diğeri içmiyor ama içen arkadaşına yargısız bir şekilde “Afiyet olsun” diyebiliyor.
Bu, küreselleşmenin getirdiği yeni bir ahlak melezliği:
Ne tamamen batılı bir serbestlik, ne tamamen doğulu bir yasakçılık.
Belki de bu kuşak, “selâm”ı yeniden tanımlıyor:
Onay değil, anlayış.
Yargı değil, ilişki.
VIII. Forumdaşlara Açık Davet
Şimdi sözü size bırakmak istiyorum, dostlar.
Sizce içki içene selâm verilir mi?
Ya da daha geniş sorayım:
Selâm, bir “ahlaki duruş” mudur, yoksa “insani bir refleks” mi?
Kimimiz belki Arda gibi “pratik düzen” arayacağız, kimimiz Elif gibi “duygusal bağ” kuracağız.
Ama eminim ki hepimiz bir noktada aynı şeyi özlüyoruz:
Bir toplumda farklı olsak da birbirimize insan kalabilmek.
Belki de asıl mesele içki değil, selâmın anlamını koruyabilmek.
Çünkü bir gün hepimiz, bir başkasının selâmına ihtiyaç duyacağız — kim olduğumuzdan bağımsız olarak.
Ve işte o gün, içip içmediğimiz değil, kalbimizin açık olup olmadığı konuşulacak.
Selam dostlar,
Bugün biraz hassas, biraz da kültürel katmanları bol bir konuyu masaya getirmek istedim. “İçki içene selâm verilir mi?” sorusu, kulağa sadece bir davranış kuralı gibi gelebilir ama aslında içinde ahlak, din, kültür, toplumsal ilişki ve bireysel özgürlük gibi birçok katmanı barındırıyor. Bu yüzden gelin, bu meseleyi ne yalnızca “haram mı, helal mi?” sınırında, ne de “kişisel tercih” düzleminde sıkıştıralım. Biraz geniş açıdan bakalım — hem dünyadan, hem bizden, hem de iç dünyamızdan.
I. Soru Basit Görünür, Cevap Derindir
“İçki içene selâm verilir mi?” diye sorulduğunda, çoğu insan cevabı dinî bir zeminde arar. Ancak bu soru, insan ilişkilerinin ahlaki mimarisine de dokunur.
Bir yanda “içki içen günah işliyor, onaylamak doğru olmaz” diyen bir tavır, diğer yanda “herkesin tercihi kendine, insan insandır” diyen bir yaklaşım.
İkisi de samimi niyetlerden doğar; biri sorumluluk duygusundan, diğeri merhametten.
Ama mesele sadece içkinin kendisi değil — “farklı olana selâm verebilmek” meselesidir aslında.
II. Küresel Perspektif: Batı’da Kadehler, Doğu’da Kurallar
Batı toplumlarında içki, çoğu zaman “sosyal bağ kurma aracı” olarak görülür.
Almanya’da bir bira paylaşmak, Japonya’da sake ikram etmek, İtalya’da şarapla dostluğu pekiştirmek, kültürel bir ritüeldir. Orada birine selâm vermemek, onun içki içtiği için değil, sosyal bağı reddetmek anlamına gelir.
Bu kültürlerde selâm — ya da ilişki — kişinin içtiği şeye değil, gösterdiği insani değere göre şekillenir.
Buna karşılık, Doğu toplumlarında (özellikle dinî referansların güçlü olduğu bölgelerde) içki yalnızca bir içecek değil, bir “ahlak sembolü”dür.
Birinin elinde şişe varsa, o sadece içki değil, bir duruş, bir tercih, bazen de bir “karşı taraf” olarak algılanır.
Bu yüzden selâm vermemek, bir tür “mesafe koyma” eylemidir — yanlış olanı onaylamamak.
İşte burada fark doğar:
- Batı’da selâm, insanî bir jesttir.
- Doğu’da selâm, ahlaki bir onaydır.
III. Yerel Gerçeklik: Türkiye’nin İki Ucu
Bizim toplumumuz ise iki dünyayı da içinde taşır.
Bir yanda Anadolu’nun muhafazakâr damarında, “günah işleyene selâm verilmez” anlayışı; diğer yanda büyük şehirlerdeki daha seküler bakışta, “kişisel tercihler yargılanmaz” düşüncesi.
Aynı apartmanda, aynı ailede, hatta bazen aynı sofrada bile bu iki tutum yan yana yaşar.
Bir örnek vereyim:
Bir köyde, cuma çıkışı cami avlusunda oturup çay içen bir grup yaşlıdan biri, yan masada bira içen gence bakıp “Ben yine de selâm veririm, Allah hidayet versin,” der.
Yanındaki diğeri ise “Selâm, barış demektir. Günaha barış olmaz,” diye itiraz eder.
İkisi de iyi niyetlidir ama farklı kültürel ve dinî yorumlardan konuşur.
Bu ülke tam da bu iki sesin birlikte yaşadığı yerdir.
IV. Erkeklerin ve Kadınların Bakışları
Bu tür konularda gözlemlediğim ilginç bir fark var — erkekler genelde olaya “pratik” bir yerden yaklaşıyor, kadınlar ise “ilişkisel” bir yerden.
Bir erkek forumdaş şöyle der mesela:
“Ben içki içene karışmam, ama ortamda huzur bozulacaksa mesafe koyarım. Sorunu çözmek gerek.”
Stratejik, çözüm odaklı, toplumsal düzeni önceleyen bir tavır.
Bir kadın forumdaş ise şunu der:
“Ben içki içeni de içmeyeni de severim. İnsan ilişkisi, hatayı değil kalbi görmeli.”
Empatik, bağ kuran, yargıdan çok anlamaya yönelen bir yaklaşım.
İşte bu iki bakış birleştiğinde toplum dengede durur. Çünkü hem düzeni hem de merhameti aynı anda korumamız gerekir.
V. Dinin Sözü ve İnsanlığın Sesi
İslam’da içki açıkça haram kılınmıştır. Ama “selâm” meselesine gelince, Kur’an’da ya da hadislerde “içki içene selâm verilmez” diye açık bir yasak yoktur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), günah işleyenleri toplumdan tamamen dışlamamış, onlarla konuşmuş, nasihat etmiş, ıslah yolunu açık tutmuştur.
Bu yönüyle bakarsak, selâm vermek “onaylamak” değil, “iyiliğe çağırmanın kapısını açık tutmak” demektir.
Çünkü selâmın kökü “selamettir” — yani barış, huzur, esenlik.
Birine selâm vermemek, o kapıyı kapatmak olur.
Ama şu da doğru:
Selâm, bir dostluk göstergesidir; eğer biri alkolüyle seni rahatsız ediyor, saygı sınırını aşıyorsa, selâmı kesmek bir özsavunma da olabilir.
Yani mesele niyet ve bağlamla ilgilidir.
VI. Kültürlerarası Kesişim: Selâmın Evrensel Dili
İster Tokyo’da “Konnichiwa”, ister Paris’te “Bonjour”, ister İstanbul’da “Selâmün Aleyküm” deyin — hepsi aslında aynı dile tercüme olur:
“Ben seni insan olarak görüyorum.”
Farklı kültürler bunu farklı şekillerde yaşar.
Afrika kabilelerinde, selâm verirken kişinin gözlerine bakmak bir tür ruh alışverişidir.
Hindistan’da “Namaste” derken ellerin birleşmesi, “Sende olan ilahi gücü selamlıyorum” anlamına gelir.
Yani selâm, sadece ağızdan çıkan kelime değil; insanın diğerine yönelme biçimidir.
O yüzden, içki içen birine selâm verip vermemek, aslında “onu hangi gözle gördüğün” sorusudur.
Bir günahkâr mı?
Bir insan mı?
Yoksa ikisi de mi?
VII. Toplumsal Yansımalar ve Yeni Nesil
Bugünün gençliği bu tartışmayı farklı yaşıyor.
Sosyal medya çağında kimsenin tamamen bir kalıba sığmadığı, inanç ve tercihlerin yan yana aktığı bir kültür doğdu.
Bir genç, cuma namazına gidip akşam bir mekânda arkadaşlarıyla kadeh kaldırabiliyor.
Bir diğeri içmiyor ama içen arkadaşına yargısız bir şekilde “Afiyet olsun” diyebiliyor.
Bu, küreselleşmenin getirdiği yeni bir ahlak melezliği:
Ne tamamen batılı bir serbestlik, ne tamamen doğulu bir yasakçılık.
Belki de bu kuşak, “selâm”ı yeniden tanımlıyor:
Onay değil, anlayış.
Yargı değil, ilişki.
VIII. Forumdaşlara Açık Davet
Şimdi sözü size bırakmak istiyorum, dostlar.
Sizce içki içene selâm verilir mi?
Ya da daha geniş sorayım:
Selâm, bir “ahlaki duruş” mudur, yoksa “insani bir refleks” mi?
Kimimiz belki Arda gibi “pratik düzen” arayacağız, kimimiz Elif gibi “duygusal bağ” kuracağız.
Ama eminim ki hepimiz bir noktada aynı şeyi özlüyoruz:
Bir toplumda farklı olsak da birbirimize insan kalabilmek.
Belki de asıl mesele içki değil, selâmın anlamını koruyabilmek.
Çünkü bir gün hepimiz, bir başkasının selâmına ihtiyaç duyacağız — kim olduğumuzdan bağımsız olarak.
Ve işte o gün, içip içmediğimiz değil, kalbimizin açık olup olmadığı konuşulacak.